Pençe-Kılıç Hava Harekatı Üzerine Bazı Gözlemler
Nihat KÖKMEN
(E) Hava Korgeneral
EDAM Yönetim Kurulu Üyesi
Türkiye Cumhuriyeti devleti, ülkenin bölünmez bütünlüğüne kasteden her türlü iç ve dış
tehdide karşı koymak, gerektiğinde her türlü vasıtayla misli ile cevap vermek veya sınır
ötesinde BM 51. Maddesi uyarınca Meşru Müdafaa hakkını kullanarak tehdidi bertaraf etme
hakkına sahiptir.
İşte bu çerçevede devletin üst kademelerinde değerlendirilen ve başlatılan Pençe-Kılıç Hava
Harekatı, 19-20 Kasım 2022 tarihinde gece yarısı, önceden alınan direktif gereğince
başlatılmıştır. Doğal olarak kabul edilmelidir ki TSK tarafından, sınır içerisinde icra
edilecek bir harekat ile sınır ötesinde yapılacak geniş ölçekli bir harekat kullanılacak kuvvet
ve zaman olarak farklılıklar arz etmektedir. Öncelikli olarak ilk akla gelen husus bu tür bir
harekatta, muharip ve destek unsurlarının sınır geçiş yetkisini kullanmak için en üst
otoriteden bu yetkiyi almaları gerektiğidir. Açık kaynaklarda belirtildiği ve resmi
makamların yaptığı açıklamalardan da görüldüğü üzere, hava harekatı doğuda Irak
güneyinde yaklaşık 120 km. derinlikteki hedefleri kapsayan bölgeden başlayarak, batıda
Suriye içinde yer alan Tel Rıfat’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada PKK/PYD terör örgütü
unsurlarına karşı icra edilmiştir. Yapılan planlamaya göre Türk muharip uçakları, terör
örgütüne ait; sözde karargah, eğitim alanı, lojistik depo, sığınaklar ve haberleşme imkan-
kabiliyetlerini içeren 89 adet hedefi başarıyla tahrip etmiştir. Basına dağıtılan ve medyada
yer alan görüntülerden, yapılan taarruzlarda yüksek bir başarı yüzdesinin yakalandığı,
bunun yanında bölge yakınında bulunan sivil yerleşim alanlarının gözetildiği ve kesinlikle
yanal hasarın söz konusu olmadığı teyit edilmiştir.
Böylesi geniş bir hedef spektrumunda yapılan planlamaların geri planında büyük bir emeğin
olduğu da asla unutulmamalıdır. Yaklaşık 4 saatlik bir hava harekatı sorunsuz icra edilmiştir
ama bu Türk Hava Kuvvetleri’nin dünya hava kuvvetleri içindeki müstesna yerini, bundan
önce yapılan hava harekatlarında olduğu gibi, hem dost hem de düşmana açıkça
göstermiştir. Böylesi yoğun bir hedef grubunun tek tek tespit edilip keşfinin ısrarla ve
başarıyla yapılması, karar çevrimi içerisinde bulunan tüm makamlar arasındaki eşgüdümün
titizlikle uygulanıp karar sürecinin tamamlanması sonucu gerçekleşmiştir.
Açık kaynaklara yansıyan görüntülerden, kullanılan mühimmatların son zamanlarda Hava
Kuvvetlerimizin ilgili kurumları ve personelinin özverili gayretleriyle, TÜBİTAK SAGE ile
TSKGV savunma sanayi şirketlerinin bıkmadan usanmadan gece gündüz ısrarlı çalışmaları
neticesi, ortaya çıkarılan farklı güdüm sistemi ve ebatlardaki milli mühimmatlar olduğu da
gözden kaçmamıştır. Bu husus, konuyla ilgilenen bizlerin yanında yabancı otoritelerinin de
dikkatini çekmiş ve yabancı kaynaklarda da yer almıştır. Elbette harekat alanında artık
platformlar kadar modern mühimmatların da ‘’Harekat Bağımsızlığı’’ için olmazsa olmaz
bir bileşen olduğu unutulmaması gereken bir gerçektir. Çünkü geçmişte, benzer
harekatlarda, klasik bombaların akıllı mühimmat olarak kullanılabilmesi için gerekli olan
modern kitlerin dışa bağımlı olması sebebiyle çekilen sıkıntıların, şu anda yaşanmadığı da
ayrıca gözlemlenmiştir.
Medyada yapılan bazı paylaşımlarda; henüz resmi makamlar tarafından teyit edilmemesine
rağmen, kullanılan uçak sayısı, atılan mühimmat sayısı-tipi ve özellikleri de ifade edilmiştir.
Aslında harekatta, rakamlardan ziyade sonucuna odaklanılmasının daha doğru olacağı
kanaatindeyim. Çünkü, Türk Hava Kuvvetleri ülke sathına yayılmış, bütün jet harekatına müsait olan meydanlardan harekata katılma imkan ve kabiliyetine sahiptir. Bu konu yalnız
meydanlarla sınırlı olmayıp uçak (F-16), mühimmat ve personel yönüyle de önemli bir
harekat çarpanı olarakta değerlendirilmelidir. Harekata katılan uçak ve onunla bağlantılı
kapsanacak hedef sayısının yüksek olması doğal olarak hava harekatının farklı
meydanlardan yapılmasını da zorunlu kılmaktadır. Tabii ki burada ayrıca düşünülmüş ve
uygulanmış olan diğer önemli bir husus da, emniyet prensibi gereği aynı meydanda fazla
sayıda uçağın bulunmasının hassasiyet oluşturması sebebiyle farklı meydanlardan harekata
katılım sağlandığı görülmüştür.
Harekatın esas vurucu unsuru muharip uçaklar olmasına rağmen, destek uçaklarının rolü de
göz ardı edilemez. Havadan İhbar Kontrol (HİK) uçakları özellikle sınır ötesi icra edilen
görevlerde hava sahasının kontrolü için gerekli ve önemli bir unsurdur. Taarruz uçaklarına
yönelebilecek muhtemel tehditlere karşı, hava savunma uçaklarını yönlendirmek üzere
kendisine tahsis edilen bölgede Orbit yapacak şekilde yer almaktadır. Tanker uçakları, aynı
şekilde önceden tahsis edilmiş HYİ sahasında ihtiyacı olabilecek unsurlara yakıt verecek
şekilde hazır bekletilmektedir. Muharebe Arama Kurtarma CASA uçakları havada,
COUGER helikopterleri ise ileri harekat üslerinde konuşlandırılarak muhtemel bir paraşütle
atlama hadisesi olduğu takdirde anında müdahale edebilecek şekilde harekatın önemli bir
unsuru olarak yerde hazır bekletilmektedir. İHA/SİHA’lar bölgenin keşfi veya harekat
içinde ani gelişen bir durum oluşması durumunda müdahale edebilecek şekilde sınıra yakın
konumlarda göreve hazırdır.
Elbette bu harekat için konuşulması gereken önemli konulardan birisi, gerek Irak gerekse
Suriye hava sahasında uçaklarımızın, yerden veya havadan gelebilecek tehditler olmadan
serbestçe görevlerini icra edebilmesidir. Irak hava sahası bugüne kadar yapılan hava harekat
görevlerinde herhangi bir tehdit ile karşılaşılmadan serbestçe kullanılmıştır. Yapılan bazı
sınır ötesi harekatlar sonrası, Iraklı bazı yetkililer tarafından yapılan cılız itirazlar veya
düşük tonda tehditlerden öteye gitmeyen açıklamalar dışında herhangi bir tepkiyle
karşılaşılmamıştır.
Fakat, Suriye hava sahası savaş sonrası oldukça karmaşık bir yapıya bürünmüştür. Mevcut
Suriye rejimi tüm Suriye hava sahasında kontrol imkanına sahip değildir. Özellikle savaşın
başladığı günden bugüne yaşanan süreçte, Fırat’ın doğusunda terör örgütü PYD/YPG’ye her
türlü silah, mühimmat ve eğitim yardımının yanında siyasi destekte veren ABD baskın
unsur olarak görülmekte ve hava sahasını kontrol etmektedir. Fırat’ın batısında ise Suriye
rejimi, yapmış olduğu anlaşma gereği Rusya ile birlikte her türlü kontrolu sağlamaktadır.
İşte bu sebepledir ki eğer sınır ötesine geçme durumu olmuş ise, Suriye hava sahasında
bundan önce icra edilen Fırat Kalkanı (FK), Zeytin Dalı (ZD), Barış Pınarı (BP)
harekatlarında yapılan uygulamalara benzer şekilde hava sahasının kullanımı için belirtilen
zaman diliminde, hem Rusya hem de ABD ile önceden irtibata geçilmiş olabileceği
değerlendirilmektedir. Rusya ile konunun konuşulmuş olması aynı zamanda Suriye
tarafınında konuya olumlu bakması anlamına geleceği için özellikle Suriye’nin hava
araçlarımıza karşı kullanabileceği, envanterindeki silahları aktif konuma getirmediği
mantıklı bir yorum olarak akla gelmektedir. Çünkü, biraz önce isimlerini ifade ettiğim
operasyonlarda, Rusya ve Suriye zaman zaman iyi polis kötü polis rollerine bürünerek
hareket ettikleri için, verdiğimiz şehitler ve gazilerimiz hala hafızalarımızdadır.
Ancak, resmi makamlar tarafından paylaşılan haritalar ve hedeflerin konumları göz önüne
alındığında Irak’ta sınır geçişi yapılarak derinliklerde bulunan PKK terör yuvalarının tahrip
edildiği gözlemlenmektedir. Fakat Suriye’ye ilişkin görsellerde, hedeflerin sınırımıza yakın
bölgelerde olması sebebiyle büyük olasılıkla sınır geçilmeden belirlenen hedeflere uzaktan
angajman sağlanmıştır. Elbette, envanterde bulunan yukarıda belirttiğim milli imkanlarla
üretilen mühimmatlar bu harekatta etkin olarak kullanılmış ve başarılı sonuçlar alınmıştır.
Eğer harekatın devamı gelecek ve satıh birliklerimiz de sınır ötesine geçecekse ‘’Hava
Sahasının Kontrolü’’ konusunda daha önce belirttiğim hususlar mutlaka düşünülmeli ve
yerine getirilmelidir. Satıh birliklerimizin emniyetli bir şekilde hedeflerine ulaşmaları ancak
bu yolla sağlanabilir.
Daha öncede bu konuya ilişkin yazdığım makalemde de belirttiğim gibi TSK’nin
Suriye’nin kuzeyine yapmayı düşündüğü harekat ülkemiz için bir beka sorunudur. Son
olaylar da bunu doğrular niteliktedir. Bölgedeki aktörlerden ABD, Rusya ve Suriye rejimi
ile mutabık kalınarak yapılacak harekatın başarısının daha yüksek olacağı açıktır. Fakat,
ABD ve Rusya’nın bölgeye yönelik kendi politikalarını öncelemeleri sebebiyle Türkiye’nin
yapacağı olası harekat için belirli kısıtlamalar getirerek kerhen evet diyebilecekleri de ayrı
bir durum olarak hep akıllarda tutulmalıdır. Ancak, Cumhurbaşkanı’nın Katar ziyareti
sırasında Mısır devlet başkanı Sisi ile görüşmesi ve sonrasında yapılan açıklamalara
baktığımızda, benzer bir durumun Suriye ile de beklenebilir. Bu görüşmenin gerçekleşmesi
durumunda, sorunların çok hızlı olmasa da bir plan dahilinde iki ülkenin karşılıklı
mutabakatı ile diğer aktörlere gerek duyulmadan daha kolay çözüleceği
değerlendirilmektedir. Kısacası, icra edilen Hava Harekatı ile gerek terör örgütüne gerekse
bölgedeki diğer aktörlere verilen mesajın, başkentlerinden yapılan son açıklamalara
bakıldığında, yeterince anlaşıldığı görülmüştür. Bundan sonraki asıl hedefin, elimiz güçlü
bir şekilde Suriye ile masaya oturarak, diplomasiyi bütün kanallardan çalıştırıp sorunu kalıcı
olarak çözüme kavuşturmak olmalıdır.
Sonuç olarak, Türkiye BM 51. Maddesi’nden doğan meşru müdafaa hakkını kullanmış, icra
edilen geniş çaplı Hava Harekatı ile bekası için tehdit olarak gördüğü PYD/YPG terör
örgütü ve destekçilerine karşı gerek cezalandırma, gerekse o bölgedeki gelişmeleri farkında
olduğu mesajını açık bir şekilde vermiştir. Harekata ilişkin yapılan resmi açıklamalar ve
görseller de zaten bunu gözler önüne sermiştir. Kısacası, bölgede Türkiye’nin içinde
olmayacağı bir çözüm mümkün değildir. Hava Harekatı ile terör örgütlerine vurulan darbe
sonrası kazanılan bu ivme ile diplomasi ön plana çıkarılarak Suriye’de kalıcı çözüm için her
türlü girişim vakit kaybetmeden başlatılmalıdır.